Yabancı sermaye yatırımları denilince, hemen bütün gelişmekte olan ülkelerdeki yabancı sermaye yatırımları daha çok A.B.D. tarafından yapıldığından, akla A.B.D. gelmekte ve yabancı sermayeye karşı yapılan hareketler A.B.D.’ye karşı yapılmaktadır. Yabancı sermaye yatırımları sömürgecilik veya Batı emperyalizmi olarak vasıflandırılmaktadır. Ülkemizde de bu görüşleri ve kapitülasyonlardan gelen endişeleri görmek mümkündür. Ancak yabancı sermaye son yıllarda kaynak değiştirmiş, Batı Almanya ve Japonya’nın diğer ülkelere yaptıkları yatırımlar çok hızlı bir büyüme göstererek A.B.D. ve İngiltere’nin bu yatırımlardaki nispi önemini azaltmıştır. Bu nedenle yabancı sermaye ile A.B.D. düşmanlığını birbirinden ayırmak gerekmektedir.
Yabancı sermayenin hiçbir zaman bir ülkeye yardım için veya o ülkeyi kalkındırmak amacıyla değil, sırf çıkarlarını maksimize etmek için geldiği ve yabancı sermaye ile olan ilişkinin “Karşılıklı Çıkar” ilişkisi olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Bu açıdan konuya yaklaşıldığında yabancı sermaye ile ilgili ülkenin karşılıklı çıkar dengesinin iyi kurulması icap eder. Bu durumda yabancı sermayeyi sömürü olarak vasıflandıran görüş de mübalağalıdır. Yabancı sermaye yaptığı faaliyet neticesinden kendisi faydalandığı gibi, bulunduğu memleketi de faydalandıracaktır. Aslında yabancı sermaye ne iyi, ne de kötüdür. Yabancı sermaye ekonomik bir araçtır. Ve bu aracın milli menfaatlere en uygun bir şekilde kullanılması memleket idarecilerinin elindedir. Yabancı sermaye sadece götürdüğü ile değil, aynı zamanda getirdikleri ile diğer bir deyimle ülke ekonomisine yaptığı ve yapacağı katkılarla birlikte değerlendirilmelidir. Eğer yabancı sermayenin kar amaçları ile ülkenin gelişme amaçlarını bağdaştırabilecek bir kontrol sağlanabilirse ve getirdiği teknolojiden sanayiye hâkim olmadan yararlanma olanağı bulunabilirse sırf yabancı olduğu için yabancı sermayeyi reddetmek anlamsız olur.
Uluslararası alanda yabancı sermayeye olan talep yıldan yıla artmaktadır. Bunun sonunda çeşitli ülkeler zaten kıt olan sermayeyi kendilerine çekebilmek için birbirleriyle rekabet etmektedirler. Vergi iadesi, karların tam transferi, millileştirmeye karşı garanti gibi tedbirler bu ülkelerin başvurdukları usuller arasındadır. Buna rağmen yabancı yatırımcıların gelişmekte olan ülkelerce sağlanan özendirici önlemlerden etkilenmesi uzun bir sürede söz konusu olabilecektir. 30’lar grubu tarafından yapılan bir çalışmaya göre çok uluslu şirketlerin diğer ülkelere yapacakları yatırımların 1987 yılına kadar yıllık %30 oranında artacağı fakat bu artışın büyük kısmının yine gelişmiş ülkelerde gerçekleştirileceği belirtilmektedir. Dünya Bankası da petrol üreticisi olmayan ülkelere yönelik yabancı sermaye yatırımlarının 1986-1990 döneminde reel olarak yılda %5 oranında artış göstereceğini tahmin etmektedir.
Bir yandan D.İ.E.’nün 1986 yılı Ağustos verilerine göre Türkiye’de toplam 2 milyon 880 bin işgücü fazlası vardır. 1985 itibariyle nüfus artış hızımız 2,66’dır. İşsizlere ve artan nüfusa iş sağlamak için yatırım yapmaya ihtiyacımız vardır. Diğer yandan, Türkiye’de kurulu olan yatırımlar yurtiçi pazarın çok hızlı bir şekilde büyüdüğüne işaret etmektedir. Türkiye’nin çok bereketli kısmen henüz keşfedilmemiş hammadde kaynaklarına sahip olduğu belirtilmektedir. Coğrafi konum itibariyle Batı Avrupa ile Ortadoğu Pazarları arasında doğal bir köprü oluşturmakta, bu ülkelerle yakınlığa ve iyi ekonomik ilişkilere sahip bulunmaktadır. Yüksek büyüme hızına ve satın alma gücüne sahip Arap ülkeleri pazarlarına giriş için en uygun bir bölgede bulunmaktadır. İşgücü her ne kadar ucuz değilse de büyük ölçüde iyi eğitim görmüş ve tecrübe kazanmış yönetici ve nitelikli işgücüne sahip bulunmaktadır. Bütün bu nedenlerle de yabancı sermaye yatırımları için cazip bir konumdadır. Diğer gelişmekte olan ülkelerde de durum bundan farklı değildir. Sanayileşmiş ülkelerde sermaye boldur ve karlı yatırım alanları aramaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde ise işsizlik yüksek boyutlardadır. Yardımlara hayati derecede ihtiyaç vardır.
İşte ülkenin yatırım ihtiyaçları ile yabancı sermaye için caziplik avantajlarını iyi değerlendirmek gerekir. Yabancı sermaye ülkeyi sömürür endişesinden kurtulup, akılcı yöntemlerle ve bilinçli bir ekonomi politikası ile yabancı sermayeden faydalanmak konusu düşünülmeli ve programlanmalıdır. Yabancı sermayenin gelişmekte olan ülkelerin ekonomik kalkınması üzerindeki etkileri incelenirken varılan sonuç, bu yatırımların ilgili ülkelerin ekonomilerinin bir parçası haline gelebildiği, yani bu ilk yatırım bir takım tamamlayıcı yurt içi yatırımları teşvik ettiği ve dolayısı ile yurt içi tasarrufların mobilize olmasını kolaylaştırdığı takdirde yararlı olabileceği şeklindedir. Türkiye ve diğer gelişmekte olan ülkeler açısından önemli olan, kendi kalkınması üzerinde yabancı sermaye yatırımlarının etkisini arttırmak için aktif bir politika izlenmesidir. Aktif uygulamada esas olan ise, yetkililerin ekonomik planlama çevresinde gerekli görülen sektörlerde gerekli görülen konularda en geniş imkânlara sahip yabancı sermaye kuruluşlarını bulup onları davet etmesidir.
Kapılarını yabancı sermayeye kapamış ülkelerin dışa daha fazla bağımlı hale geldiği sık görülen bir husustur. Çağımızda kendi kendine yeterli ülkede de mevcut değildir. Gelişmekte olan ülkelerin daha fazla ihtiyacı olmasına rağmen yabancı sermayenin gelişmiş ülkeleri tercih ettiği de daha önce belirtilmişti. Bu durumda, gelişmekte olan ülkelerin, yabancı sermayeyi kendilerinde yatırım yapmaktan korkutan sebepler konusunda düşünmesi, önyargılı hükümlerinden uzaklaşarak bu konudaki aksaklıkları vakit geçirmeden düzeltilmesi gerekmektedir.